Şubat 15, 2010

çal-sana kapımı!

başka türlü söylenemezdi; söylenmek istenmemişti. bir temenniyi de aşmıştı artık, bir ihtiyaca doğru hızla yol almaktaydı...
işte o yüzden:

"bayat bir somun ekmeğin
kokusuyla boyuyorum sarıyı
bak bu köşede gözlerin
eksiltiyorum ruhumu her fırçada

çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz

bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi

çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz

sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi

çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz"

birsen tezer

Şubat 08, 2010

kötü şarap

götür beni o banka!
ortaköy'e değil
yokuş aşağı inip
gittiğimiz o saklı
yarısı kırık banka
iki kişi yan yana
sığılamayan
ancak yek vücut
sığılan, götür
dedim, o banka
bir şişe kötü
kırmızı şarap
bardaksız, ekşi,
götür, tut elimden
eteğimden
ah, götür yine
aynı bahara
sar belimden
götür o ağaçlı
banka, tel tokamı
düşür yere, kuma
arat yine, saçım
dağınık, eteğim
dalga dalga
götür beni
o banka

özledim.
nisan akşamı.
o kötü şarap
eksik sadece
manzara'da.

Şubat 05, 2010

kış doksanı

tek bildiğim; boyutları kırıp gözlerinden öpesim gelir o anlarda.
(korkarım, ya camdansa gözlerin
kırılırsa ilk öpüşte
korkarım, candır ya kucağın
ve odanın tavanına asılı bir hayaldir beni kucaklayışın, kış vakti iş dönüşlerinde).



(blue alert-madeleine peyroux
girl, you'll be a woman soon-urge overkill)

bal-kivi-portakal.

Şubat 01, 2010

balon

yeniden içime alıyorum seni,
yeniden zorluyorsun kapılarımı.
sana kapıyı açmak için kalkarken
kırıyorum başucumdaki vazoyu.
bir düşten düşüyorum; sarsak,
sakar, sersem, uyanıyorum.
içimde terkedilmiş bir çocuk
sessizliği, kalkıp sana kapıyı açıyorum.

ince, narin bir saç teli
olmuş o çocuğun şah damarı,
kuğu gibi lekesiz boynuna
yağlı bir halat dolanmış
diğer ucu anahtar deliğinde ipin
bir telaş çeviriyorum anahtarı,
tanıyorum, üstüme kilitlediğin kapı bu,
meğer ben açabilirmişim, içeriden de
açılıyormuş meğer o kapı.
onca zaman, yazık...

bir anahtar dönümü canı var o çocuğun,
dönüyor anahtar deliğinde o küçük anahtar...
kuğunun bembeyaz boynunu sarıp sıkıyor ip,
bir hıçkırık sesi, yarım buçuk bir nefes salınıyor boğazından.
anlıyorum, ölüm diye bir şey var.

ve ben sana gelmek için daimi o kuğunun boynuna basıyorum.
ah, yaşamadığım zaman
seni yaşatmak için her gece balondan çocuklar yapıyorum.
ve gitme diye, her sabah o balonları kendi ellerimle...
iğneler...
ah, yaşamadığım adam
sunakta onlarca kızıl boğa gibi o balonlar,
senin için hepsini kurban ediyorum.

yıkılma ve yıkanma üzre

"bir parça bile kir bulaşmasın istiyorsun, değil mi?" diyorsun.
kirler koyu sarı.
oysa sen karbeyazı istiyorsun.
aşktan ne anlıyorsun?

ne bekliyorsun?
su-sabun?
bil,
yıkanmadan geçemezsin
bu zamandan, bu aşktan.

yakan, yıkan zamandan
yıkan zaman, yıka beni...
(yıkasam ya seni).